Ölüme bir adım, sana bir karış kala, öldüm öldüm dirildim sevdanla çaprazlama. Böyle mi olmalıydı? -Hayır, asla!
Mürdüm eriği gibi ezik, yaslandım göz yaşlarıma. Göz yaşlarım gibi tahrif edilmiş harflere inat, tekerleme yaptığım isminle başbaşa. Kaldım yıkık-dökük anılarla talan olmuş odam da…
Duyarsız mı oldum ne; dokunmaz oldu ağyar’a… Nefes-siz kalmaların ardına ümid olur diye enfiye niyetine seni zerk ettim damarlarıma. Nağmelerini hiçe sayıp gönül sazımın, sen zannedip kırdığım notaların yüzümde bıraktığı mahcubiyetle, kalakaldım; hoşçakal duyuşunun ezikliği ile, kalmanın hoyratlığıyla kal’dayım, dostça! Odam da…
Geçmiş zamanın pembe rengine aldanıp; al’ı al sanıp, mor’u umursamadan kara lara düşmenin ne siyah olacağını düşündüm. Düşündüğüm, düş’üme denk gelmedi. Sonra vazgeçtim kendimden. Bilebile lades kaybına değildi üzüntüm; kemiğin kırılmasıydı endişem. Sana dair düşlere, uçup uçup yüzüme konan sineğe bir fiske atıp, derin bir iç çekip, savurdum seni havaya; ne denir ki başka? – Uğurlar ola…