Sıdk, sâdık ya da sadakât… Kökten mânâ eksenli ve bir o kadar ehemmiyetli mevzu ki izâhı, benden çok çok öte… Haddimden değil, cehaletimin arsızlığından bir iki kelâm savurmamın, ‘’ maksat ‘’ tarifesine uygun düşeceği kanaati ile…
En sıradan hâlimizin bile, ‘’ durum bu dur ‘’ denen açıklamaya denk gelmediği bir yaşam holi hop unda, en aşırı lay lay lom lara inat, gayr-ı ihtiyari nefes alıp vermelerin göz süzüşü altında, bindiğimiz kaykay dan, iniyoruz hızla ve bağırışlarla; Hayyam ın dizelerine kafiye olurcasına. Pürneşe yudumladığımız hayat, en kibar deyişle, acıyarak gülmekte bize ve tabi ki dibinden baktığımız şişe…
Üzülmeyiz kişilik erdeminin boşluğa düşmesine; yok oluşumuza bardak tokuştururken şerefe. Umursamaz bakışlarla bakarız, aslımızın kopyasına benzemediğine. Bir an da ölüm ile göz göze geldiğimizde; ah vah etmemizin beyhûde ile tarif edilemeyeceğine, ki, içimizin feryadı denk gelirken semaya, yangınları söndüremeyecek güğüm güğüm su dökülse bile…
Ah’ımın hicranıma denk gelmeyeceğini bile bile, yutkunup, diyorum ki, ‘’ kendine gel! ‘’ nefsime
‘’ bizi aldatan, bizden değildir ‘’ kulağıma küpe… İnşaallah!